Peygamber Efendimizi (s.a.s.) dünya gözüyle görmek bize nasip olmadı. Biz, O’nu görmeden sevdik. Ancak O’nu göremeyip de görme arzusuyla yanıp tutuşan bazı peygamber sevdalıları, Efendimizi hiç olmazsa rüyalarında görüp teselli olmuşlardır. Ne mutlu onlara
Mutlaka dikkatlerinizi çekmiştir. Mevlid Kandili veya kutlu doğum haftası münasebetiyle statlarda bazı taraftarlar, “Biz Sen’i görmeden sevdik Ya Resulallah” yazısını yazarlar. Bu şekilde Efendimize olan derin sevgi ve bağlılıklarını ifade ederler. Bizim milletimizin Peygamber sevgisi çok farklıdır.
Allah Resulü’nü (s.a.s.) dünya gözüyle görmek her mümine nasip olmamıştır. O’nu göremeyenler, hep görme arzusuyla yanıp tutuşmuşlardır. O’nu dünya gözüyle göremeyenler, hiç olmazsa rüyalarında görerek teselli olmak istemişlerdir. Peygamber Efendimizi rüyada görmek, bir mümin için rüyaların en güzelidir. Bir göz için o Güzeller Güzeli’ni görmekten daha üstün bir dünya mutluluğu yoktur.
İşte bu mutluluğa erişip sahabi olamayan Peygamber sevdalıları, en azından O’nu rüyalarında görüp onunla teselli olmuşlardır. Peygamber Efendimiz, kendisini rüyasında görecek bu talihliler için şu müjdeyi vermiştir: “Beni rüyasında gören, aynen uyanıkken görmüş gibidir. Zira şeytan, benim kılığıma bürünemez.” (Buhârî, Ta’bîr, 10) Hak dostları O’nu rüyada görmeyi en büyük lûtuflardan birisi saymışlardır.
Bir nasip meselesidir
Ashab-ı kiramın, Peygamberimize olan hasreti, O’nun aralarından ayrılmasıyla iştiyaka dönüşmüş, Efendiler Efendisi’ni rüyalarında görerek iştiyaklarını dindirmeye çalışmışlardır. Sahabe-i kiram hazretleri vefatlarından sonra Peygamber Efendimizi rüyalarında gördüklerinde bir nebze teselli oluyorlardı. Allah Resûlü’nün yakın hizmetinde bulunan Hz. Enes b. Mâlik (r.a.), “O’nu rüyamda görmediğim hiçbir gece yoktur” diyerek, O’na duyduğu hasreti dile getirmiştir.
Peygamber Efendimizi rüyada görmek bir nasip meselesidir. Nitekim hayatta iken de O’nu herkes görememiştir. O’nu görmek müminlerin imanlarını artırmış, kendisini görenler Peygamber nûrunun pervaneleri olmuşlardır.
Fahr-i Kâinat Efendimizi bir anlık da olsa rüyada görmenin, insan ruhunda aynen O’nu, her bir insanda bulunan maddi gözler ile görenlerdeki tesiri hâsıl edeceği, Peygamber müjdesidir. Cenab-ı Hak, insanda “rüya görme” gibi bir mekanizma yaratarak, bu sayede geçmiş ile geleceği birleştirmiş, dünya şartlarında “imkânsız” olanı, bu muammalı tertibatla mümkün hale getirmiştir. Bu tertibatı çalıştır-mak ve bakımlı tutmak ise bize bırakılmıştır.
O, âlemlere rahmet; âlemler, O’na hasret
Gönüller Sultanı Efendimiz, kendisine teveccüh eden herkesin başını okşamış, yine hep ter u tazeliğiyle isteyenlere yol göstermiş ve daraldığımız, bunaldığımız yerlerde de imdadımıza yetişmiştir. Bununla alakalı anlatılan o kadar çok rüya var ki! Alt alta yazılsa ciltler dolusu kitap olur.
O’nun âlemlere rahmet olarak gönderilişi sadece kendi asrına mahsus değildir; kendisinden evvel ve sonraki asırlarda da bütün insanlığı kucaklama ve âlem şümûl şemsiyesinin altına alma ve sahip çıkma, kıyamete kadar da bunu devam ettirmesi, Yüce Yaratıcı’nın beyanları cümlesindendir. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Evet, Efendimizi rüyada görmek bir hayır ve bereket vesilesidir. İsteyen herkese bu hayır ve bereketin nasip olması duasıyla...
SÖZÜN ÖZÜ
1.Efendimizi göremeyenler, hep görme arzusuyla yanıp tutuşmuşlardır.
2.“Beni rüyasında gören, aynen uyanıkken görmüş gibidir.”
3.O’nu rüyada görmek bir hayır ve bereket vesilesidir.
ÖRNEK HAYATLAR
Hz. Ebu Bekir (r.a.) nasıl bir işadamıydı
Müslüman olduktan sonra sadece kendi ticari hayatını ortaya koymakla yetinmeyen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), aynı zamanda o güne kadar edinmiş olduğu toplumdaki yerini de aynı istikamette değerlendirme gayreti içine girmiş ve böylelikle eski arkadaşlarından birçoğunun İslam’la tanışmasına vesile olmuştur.
Efendimizin huzuruna her gelişinde yanında, eski bir arkadaşı oluyordu. Bunlar arasında, Hz. Osman ibn Affân, Hz. Talha ibn Ubeydullah, Hz. Abdurrahman ibn Avf, Hz. Zübeyr ibn Avvâm ve Hz. Sa’d ibn Ebî Vakkâs gibi önemli isimler de vardı ki her biri, onun vesilesiyle huzura gelmiş ve huzur bulmuşlardı.
Zira o, yıllardır bekleyip özlemini duyduğu huzuru Allah ve Resûlü’nün yanında bulmuştu. Dolayısıyla bu huzuru, başkalarına da taşımaya kararlıydı. Bunun için bütün imkânlarını ortaya koyacaktı: Malını da canını da bu dava adına tüketip ebedîleştirmeye hazırdı. Zaten iman da inanan her gönle önemli bir vazife yüklüyordu ve Hz. Ebû Bekir de bulduğuyla yetinmeyecek, aynı kaynaktan başkalarının da beslenmesi için gayret gösterecekti.
İnsanları İslam’a çağırıyor
Bunun için, önceki saygın konumunu bir kredi olarak kullanmayı denedi. Bilâller, Ammârlar maddî açıdan fakirlerdi ve Kureyş’in onları dinlemelerine imkân yoktu. Ancak Hz. Ebû Bekir, sözü dinlenen bir liderdi ve teker teker Mekke önderlerini İslâm‘a davet etmeye başladı.
Onun bu gayretleri neticesinde, Aşere-i Mübeşşere olarak bilinen cennetle müjdelenmiş on sahâbîden beşi gelip Hakk’a teslim olmuşlardı ki, bu insanların her biri, etraflarında yüzlerce önemli ismi etkileyebilecek çapta insanlardı.
Sonraki günlerin de göstereceği gibi Allah (celle celâluhû) dinini geleceğe taşıyacak önemli isimleri Hz. Ebû Bekir’in eliyle Efendimiz ile tanıştırıyor ve böylelikle geleceği inşa edecek mana kahramanları Mekke’de yeniden doğuyordu.
Vücudumuz muhteşem bir kudret mucizesidir
İnsan, kâinatın küçücük bir meyvesi. Kâinat hayatı, hayat da insanı meyve verecek tarzda yaratılmıştır. Dolayısıyla kâinatı insansız düşünmek mümkün değildir. Aksi halde kâinat, adeta misafirsiz kervansaray veya kalanı olmayan köşkten farksız hale gelirdi. Bu büyük organize, plan ve faaliyet sadece bir tek varlık için hazırlanmıştır: Kur’an’ın ifadesiyle eşref-i mahlûkat olan insan için...
İnsan vücudunun ne kadar muhteşem bir kudret mucizesi olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Her bir hücre, doku, organ ve sistemi başlı başına birer dev mekanizma ve harikalar âlemidir. İnsan vücudu ise bütün bu âlemlerin gayet muntazam ve hikmetli bir şekilde yerleştirilmiş ve tanzim edilmiş bir bütünüdür. Vücudumuzda nereye ne lazımsa, oraya o konulmuş; elementler hücrelere, hücreler dokulara, dokular organlara...
Bir Süleymaniye Camii’ni gezerken kubbesinden minaresine, tuğlasından camına, avlusundan mahfiline kadar ince ince işlenmiş sanatı görmemek mümkün müdür? Ya insan! Gözünden kulağına, burnundan derisine, beyninden omurgasına, dilinden kalbine bu kadar mükemmel bir yapının hem de kusursuz bir şekilde işlemesi hiçbir tesadüfe yer verilemeyecek kadar planlı bir yaratılışın göstergesi değil midir?
BİR SORU BİR CEVAP
İlk defa “Herkes O’nu Okuyor” yarışması hangi ilimizde yapıldı?
Malumunuz Peygamber Yolu Derneği tarafından geçtiğimiz günlerde Peygamber Efendimizin (s.a.s.) hayatının okunduğu “Herkes O’nu Okuyor” isimli bir bilgi yarışması yapıldı. Yarışmaya halkımız ciddi bir teveccüh gösterdi. İki milyon kırk yedi bin kişi yarışmaya başvuru yaptı. Yüzlerce kişi başta umre olmak üzere çeşitli ödüller kazandı.
Yarışmaya ilgi duyan okurlarımız “Bu fikir ilk defa kimden çıktı” şeklinde bana mailler göndermişti. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Ta ki geçtiğimiz Salı gününe kadar. Salı günü kıymetli dostum Sabah Eğitim Kurumları Genel Müdürü Musa hocamın misafiri olarak Karaman’daydım. Orada Karaman halkıyla Efendimiz eksenli hasbıhaller yaptık.
Neden sonra konu “Herkes O’nu Okuyor” yarışmasına geldi. Musa hocam bu yarışma fikrinin ilk nüvesinin Karaman Eğitim Gönüllüleri Derneği Başkanı Yahya Okçu Bey’in himayesinde Abdulkadir Gök ve ekibinin “Seç Yıldızını Yaşat Adını” adıyla Karaman’da ortaya çıktığını söyledi.
İlk ışık Karaman’da yakılıyor
Daha sonra ise yarışmanın Hüseyin Bey ve Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi’nde okuyan arkadaşlarının teklifiyle “Herkes O’nu Okuyor” adıyla ilk defa 2012 yılında Karaman’da yapıldığını ifade etti. Bu şekilde fikrin ilk defa kimden çıktığını da öğrenmiş olduk.
Ne mutlu onlara! Düşünebiliyor musunuz ne büyük bir hayra vesile oldular. Karaman’da yakmış oldukları ışık bütün Türkiye’yi aydınlattı. Zira bu sene 81 vilayetimizde “Herkes O’nu Okuyor” yarışması yapıldı. Bundan sonra yarışma yapıldığı müddetçe hasıl olan sevaptan bir hisse de onların amel defterlerine kayıt olacak.
Bu arada “Herkes O’nu Okuyor” yarışması geleneksel hale geliyor. Önümüzdeki sene dünya çapında daha geniş çapta yarışma devam edecek. Umarız bu ve buna benzer etkinliklerde Peygamber Efendimiz sadece Mevlid Kandili münasebetiyle yılda bir gün değil daha uzun bir süre hep gündemin baş maddesi olur.
BiR AYET
“Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için: ‘Sen mümin değilsin’ demeyin! Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz...” (Nisa Sûresi, 4/94)
BiR HADiS
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “İki kişiye gıpta edilir. Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerinde hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr, 144)
Allah Resulü’nü (s.a.s.) dünya gözüyle görmek her mümine nasip olmamıştır. O’nu göremeyenler, hep görme arzusuyla yanıp tutuşmuşlardır. O’nu dünya gözüyle göremeyenler, hiç olmazsa rüyalarında görerek teselli olmak istemişlerdir. Peygamber Efendimizi rüyada görmek, bir mümin için rüyaların en güzelidir. Bir göz için o Güzeller Güzeli’ni görmekten daha üstün bir dünya mutluluğu yoktur.
İşte bu mutluluğa erişip sahabi olamayan Peygamber sevdalıları, en azından O’nu rüyalarında görüp onunla teselli olmuşlardır. Peygamber Efendimiz, kendisini rüyasında görecek bu talihliler için şu müjdeyi vermiştir: “Beni rüyasında gören, aynen uyanıkken görmüş gibidir. Zira şeytan, benim kılığıma bürünemez.” (Buhârî, Ta’bîr, 10) Hak dostları O’nu rüyada görmeyi en büyük lûtuflardan birisi saymışlardır.
Bir nasip meselesidir
Ashab-ı kiramın, Peygamberimize olan hasreti, O’nun aralarından ayrılmasıyla iştiyaka dönüşmüş, Efendiler Efendisi’ni rüyalarında görerek iştiyaklarını dindirmeye çalışmışlardır. Sahabe-i kiram hazretleri vefatlarından sonra Peygamber Efendimizi rüyalarında gördüklerinde bir nebze teselli oluyorlardı. Allah Resûlü’nün yakın hizmetinde bulunan Hz. Enes b. Mâlik (r.a.), “O’nu rüyamda görmediğim hiçbir gece yoktur” diyerek, O’na duyduğu hasreti dile getirmiştir.
Peygamber Efendimizi rüyada görmek bir nasip meselesidir. Nitekim hayatta iken de O’nu herkes görememiştir. O’nu görmek müminlerin imanlarını artırmış, kendisini görenler Peygamber nûrunun pervaneleri olmuşlardır.
Fahr-i Kâinat Efendimizi bir anlık da olsa rüyada görmenin, insan ruhunda aynen O’nu, her bir insanda bulunan maddi gözler ile görenlerdeki tesiri hâsıl edeceği, Peygamber müjdesidir. Cenab-ı Hak, insanda “rüya görme” gibi bir mekanizma yaratarak, bu sayede geçmiş ile geleceği birleştirmiş, dünya şartlarında “imkânsız” olanı, bu muammalı tertibatla mümkün hale getirmiştir. Bu tertibatı çalıştır-mak ve bakımlı tutmak ise bize bırakılmıştır.
O, âlemlere rahmet; âlemler, O’na hasret
Gönüller Sultanı Efendimiz, kendisine teveccüh eden herkesin başını okşamış, yine hep ter u tazeliğiyle isteyenlere yol göstermiş ve daraldığımız, bunaldığımız yerlerde de imdadımıza yetişmiştir. Bununla alakalı anlatılan o kadar çok rüya var ki! Alt alta yazılsa ciltler dolusu kitap olur.
O’nun âlemlere rahmet olarak gönderilişi sadece kendi asrına mahsus değildir; kendisinden evvel ve sonraki asırlarda da bütün insanlığı kucaklama ve âlem şümûl şemsiyesinin altına alma ve sahip çıkma, kıyamete kadar da bunu devam ettirmesi, Yüce Yaratıcı’nın beyanları cümlesindendir. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Evet, Efendimizi rüyada görmek bir hayır ve bereket vesilesidir. İsteyen herkese bu hayır ve bereketin nasip olması duasıyla...
SÖZÜN ÖZÜ
1.Efendimizi göremeyenler, hep görme arzusuyla yanıp tutuşmuşlardır.
2.“Beni rüyasında gören, aynen uyanıkken görmüş gibidir.”
3.O’nu rüyada görmek bir hayır ve bereket vesilesidir.
ÖRNEK HAYATLAR
Hz. Ebu Bekir (r.a.) nasıl bir işadamıydı
Müslüman olduktan sonra sadece kendi ticari hayatını ortaya koymakla yetinmeyen Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh), aynı zamanda o güne kadar edinmiş olduğu toplumdaki yerini de aynı istikamette değerlendirme gayreti içine girmiş ve böylelikle eski arkadaşlarından birçoğunun İslam’la tanışmasına vesile olmuştur.
Efendimizin huzuruna her gelişinde yanında, eski bir arkadaşı oluyordu. Bunlar arasında, Hz. Osman ibn Affân, Hz. Talha ibn Ubeydullah, Hz. Abdurrahman ibn Avf, Hz. Zübeyr ibn Avvâm ve Hz. Sa’d ibn Ebî Vakkâs gibi önemli isimler de vardı ki her biri, onun vesilesiyle huzura gelmiş ve huzur bulmuşlardı.
Zira o, yıllardır bekleyip özlemini duyduğu huzuru Allah ve Resûlü’nün yanında bulmuştu. Dolayısıyla bu huzuru, başkalarına da taşımaya kararlıydı. Bunun için bütün imkânlarını ortaya koyacaktı: Malını da canını da bu dava adına tüketip ebedîleştirmeye hazırdı. Zaten iman da inanan her gönle önemli bir vazife yüklüyordu ve Hz. Ebû Bekir de bulduğuyla yetinmeyecek, aynı kaynaktan başkalarının da beslenmesi için gayret gösterecekti.
İnsanları İslam’a çağırıyor
Bunun için, önceki saygın konumunu bir kredi olarak kullanmayı denedi. Bilâller, Ammârlar maddî açıdan fakirlerdi ve Kureyş’in onları dinlemelerine imkân yoktu. Ancak Hz. Ebû Bekir, sözü dinlenen bir liderdi ve teker teker Mekke önderlerini İslâm‘a davet etmeye başladı.
Onun bu gayretleri neticesinde, Aşere-i Mübeşşere olarak bilinen cennetle müjdelenmiş on sahâbîden beşi gelip Hakk’a teslim olmuşlardı ki, bu insanların her biri, etraflarında yüzlerce önemli ismi etkileyebilecek çapta insanlardı.
Sonraki günlerin de göstereceği gibi Allah (celle celâluhû) dinini geleceğe taşıyacak önemli isimleri Hz. Ebû Bekir’in eliyle Efendimiz ile tanıştırıyor ve böylelikle geleceği inşa edecek mana kahramanları Mekke’de yeniden doğuyordu.
Vücudumuz muhteşem bir kudret mucizesidir
İnsan, kâinatın küçücük bir meyvesi. Kâinat hayatı, hayat da insanı meyve verecek tarzda yaratılmıştır. Dolayısıyla kâinatı insansız düşünmek mümkün değildir. Aksi halde kâinat, adeta misafirsiz kervansaray veya kalanı olmayan köşkten farksız hale gelirdi. Bu büyük organize, plan ve faaliyet sadece bir tek varlık için hazırlanmıştır: Kur’an’ın ifadesiyle eşref-i mahlûkat olan insan için...
İnsan vücudunun ne kadar muhteşem bir kudret mucizesi olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Her bir hücre, doku, organ ve sistemi başlı başına birer dev mekanizma ve harikalar âlemidir. İnsan vücudu ise bütün bu âlemlerin gayet muntazam ve hikmetli bir şekilde yerleştirilmiş ve tanzim edilmiş bir bütünüdür. Vücudumuzda nereye ne lazımsa, oraya o konulmuş; elementler hücrelere, hücreler dokulara, dokular organlara...
Bir Süleymaniye Camii’ni gezerken kubbesinden minaresine, tuğlasından camına, avlusundan mahfiline kadar ince ince işlenmiş sanatı görmemek mümkün müdür? Ya insan! Gözünden kulağına, burnundan derisine, beyninden omurgasına, dilinden kalbine bu kadar mükemmel bir yapının hem de kusursuz bir şekilde işlemesi hiçbir tesadüfe yer verilemeyecek kadar planlı bir yaratılışın göstergesi değil midir?
BİR SORU BİR CEVAP
İlk defa “Herkes O’nu Okuyor” yarışması hangi ilimizde yapıldı?
Malumunuz Peygamber Yolu Derneği tarafından geçtiğimiz günlerde Peygamber Efendimizin (s.a.s.) hayatının okunduğu “Herkes O’nu Okuyor” isimli bir bilgi yarışması yapıldı. Yarışmaya halkımız ciddi bir teveccüh gösterdi. İki milyon kırk yedi bin kişi yarışmaya başvuru yaptı. Yüzlerce kişi başta umre olmak üzere çeşitli ödüller kazandı.
Yarışmaya ilgi duyan okurlarımız “Bu fikir ilk defa kimden çıktı” şeklinde bana mailler göndermişti. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Ta ki geçtiğimiz Salı gününe kadar. Salı günü kıymetli dostum Sabah Eğitim Kurumları Genel Müdürü Musa hocamın misafiri olarak Karaman’daydım. Orada Karaman halkıyla Efendimiz eksenli hasbıhaller yaptık.
Neden sonra konu “Herkes O’nu Okuyor” yarışmasına geldi. Musa hocam bu yarışma fikrinin ilk nüvesinin Karaman Eğitim Gönüllüleri Derneği Başkanı Yahya Okçu Bey’in himayesinde Abdulkadir Gök ve ekibinin “Seç Yıldızını Yaşat Adını” adıyla Karaman’da ortaya çıktığını söyledi.
İlk ışık Karaman’da yakılıyor
Daha sonra ise yarışmanın Hüseyin Bey ve Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi’nde okuyan arkadaşlarının teklifiyle “Herkes O’nu Okuyor” adıyla ilk defa 2012 yılında Karaman’da yapıldığını ifade etti. Bu şekilde fikrin ilk defa kimden çıktığını da öğrenmiş olduk.
Ne mutlu onlara! Düşünebiliyor musunuz ne büyük bir hayra vesile oldular. Karaman’da yakmış oldukları ışık bütün Türkiye’yi aydınlattı. Zira bu sene 81 vilayetimizde “Herkes O’nu Okuyor” yarışması yapıldı. Bundan sonra yarışma yapıldığı müddetçe hasıl olan sevaptan bir hisse de onların amel defterlerine kayıt olacak.
Bu arada “Herkes O’nu Okuyor” yarışması geleneksel hale geliyor. Önümüzdeki sene dünya çapında daha geniş çapta yarışma devam edecek. Umarız bu ve buna benzer etkinliklerde Peygamber Efendimiz sadece Mevlid Kandili münasebetiyle yılda bir gün değil daha uzun bir süre hep gündemin baş maddesi olur.
BiR AYET
“Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın. Size selâm verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için: ‘Sen mümin değilsin’ demeyin! Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır. Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz...” (Nisa Sûresi, 4/94)
BiR HADiS
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “İki kişiye gıpta edilir. Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerinde hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme.” (Müslim, Birr, 144)
0 yorum:
Yorum Gönder