Anasayfa » Archives for 12/02/13
Safer Ayı 2013 Ne Zaman
2013 Safer ayı ne zaman, Safer ayı 2013 ne zaman takvim konusunda bilgiler verelim.
Yazımızda bu sene Safer ayının hangi tarihe denk geleceğini merak edenler için bilgiler paylaşacağız.
Safer ayı; Muharrem ayınının sona ermesiyle başlayan ayın ismidir. Dini ayların ikincisi olan Safer ayının manası ise; belaların 1.kat semaya gönderildiği felaket ayı olmasıdır.
2013 yılında Safer ayı başlangıcı ise 4 Aralık’a denk gelmektedir. Safer ayında yaşanan kötü olayların başında ise Peygamber Efendimiz S.A.V ölümüne neden olan hastalığının başlamasıdır. Bundan dolayı tüm Müslümanları bu ayda bir hüzün ve üzüntü kaplar.
Yine Safer ayında meydana geldiği söylenen hadiselerden bazıları ise şunlardır; Levhi Mahfuz’dan birinci kat semaya 320.000 bela iletilmiştir ve bu iletilen belaların her biri her sene bize gönderilecektir. Bu sebeple semaya iletilen belalardan birininde bizi etkilememesi ve bize belaların gelmemesi amacıyla safer ayını bol bol dua, namaz ve tesbihatla geçiririz.
Açmanın yapılışı
Hamuru için;
- 2 bardak süt (ılık)
- 1 paket yaş maya
- 3 yemek kaşığı toz şeker
- 2 adet yumurta (akları hamura, sarıları dışına)
- Yarım su bardağından bir parmak fazla sıvı yağ
- 1 tatlı kaşığı tuz
- 1 tatlı kaşığı mahlep
- 5 bardak un ( tam ölçü)
Açmak için;
- Sıvı yağ
Öncelikle maya, süt ve şekeri hamuru yoğuracağımız kapta karıştırıyoruz. Ardından yumurtanın aklarını ilave edin. Sarılarını bir kaseye koyun dursun. Daha sonra yağını, tuzunu, mahlebi ilave edin. 5 bardak unu azar azar ilave edin. Ben bu malzemelerle tam 5 bardak koydum. Eğer sizinki tam 5 bardağı koymadan iyi olduysa eklemeyin. Fazlasını çok cıvık olduysa ekleyin. Hamuru 5 dakika kadar iyice yoğurun. Ne çok ele yapışan ne de hiç yapışmayan ikisinin arasında bir hamur olacak. Daha sonra kapağını kapatın. Sofra bezine sarın 1 saat mayalansın.
Ayrı bir kaseye sıvı yağı koyun. Hamurdan cevizden biraz büyük parça kopartın. Elinizi yağa batırarak açabildiğiniz kadar açın. Yırtılmalar olur, sorun değil. Açtıktan sonra rulo halinde sarın. Kendi etrafında sararak gül şekli verin. Şekil vermek size kalmış. Ay şeklinde de yapabilirsiniz. Elinizi sürekli yağa batırıp hamurları istediğiniz gibi şekillendirin. 20 dakika tepside mayalandırdıktan sonra yumurta sarısının içine 1 tatlı kaşığı şeker atın karıştırıp üzerlerine sürün. 190 derecede kızarana kadar pişirin. Bu ölçülerden 2 tepsi çıkıyor. Fırından çıkınca servise hazır. Yumuşacık bir poğaça oluyor. Afiyet olsun.
Ortadoğu’da Kadın Olmak
Edip Cansever “Mendilimde kan sesleri” şiirinde söylediği gibi “ İnsan yaşadığı yere benzer.” Biz farkında olalım ya da olmayalım içinde yaşadığımız coğrafya, sosyal ve kültürel ortam hayatımızı önemli ölçüde etkiler.
Adına Ortadoğu denilen ateşten bir çemberin içinde buluverdik kendimizi. Bu öyle bir ateş ki hiç sönmez; harlıdır her daim.
Ortadoğu’da kadın olmak hayata yenik başlamaktır. Hani o masallarda anlatılan “elmanın yarısı erkekse diğer yarısı kadın” ninnisinin yeri yoktur bu coğrafyada. Doğduğun andan itibaren ağır bir sorumluluk yüklenmiştir sana. Çok çocuk doğurmak, tercihen -erkek- boynunun borcudur. Doğurduğun çocukların adına hayal kurman da yasaktır. Tel örgülerle çevrilidir her yanı. Ne tarafa batırsa kanar çocukların bedenleri. Bir tek oyuncakları vardır: silah. Onların topu, bebeği, topaçları da odur. Ne elma şekerinin tadını bilir ne de şeklini.
Yıllardır sürmekte olan adaletsiz savaşın içinde olmaktır Ortadoğu’da kadın. İçi kan ağlayarak nefer vermektir o kirli savaşa. Üzüntünü ibelli etmeyeceksin. İçine akıtacaksın acını,sızını, gözyaşın akmamalı gözünden, zayıflıktır, yenilgiyi kabul etmektir.
Ortadoğu’da kadın sıfır noktasında olmak demektir. Hiçbir şeye sahip değilsin, kendine bile. Birileri senin adına kararlar alır, verir. Sen sadece uymakla yükümlüsün. Duygularının, düşüncelerinin önemi yoktur. Sevmek, sevilmek uzak duygulardır sana. Saklarsın gizli kalmış sevdalarını. Gökyüzüne uçurulmuş balon misali, hiç olmayacak hayaller kurarsın. Avutursun kendini, gerçekleşeceğine inanırsın safça.
Bu satırları karalarken, Neval El Saddavi’nin Sıfır Noktasındaki Kadın kitabı düştü aklıma. 1984 yılında yayımlanan. Gerçekte bir kadının başından geçmiş olayları anlatır. Roman Mısır’lı bir fahişe olan Firdevs’in Kanatır Cezaevi’ndeki son günlerinde El Saddavi ile görüşmeyi kabul etmesiyle başlar
Romanın kahramanı Firdevs adam öldürmekten idama mahkûm edilmiştir. Cezaevine girene kadarki dramatik hayatını doktor ve yazar olan El Saddavi’ye anlatmasıyla başlar ve gelişir. Firdevs küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra açlık ve tecavüzle tanışır, sonunda bir fahişe olarak yaşamaya devam eder, olaylar geliştikçe kıskaca girer ve kendisini sonunda bir cezaevinde idam mahkumu olarak bulur. Çaresiz, umutsuz, ölümle yaşam arasında bir noktada.
Ortadoğu’da kadın olmak siyah bir peçenin ardından bakmaktır hayata. Diğer renkler ölüdür. Sadece adına gri denilen duman rengiyle görmektir her şeyi. Gece gündüz tektir, karanlıktır, güneş yüzünü sakınır senden, tıpkı herkesin her şeyi sakındığı gibi.
Kadının adı yoktur burada. Cehaletin öznesidir. Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemektir kadın olmak. Kocasından sonra kalkıyorsa kapında tutma at diyen atasözleriyle beslenen ataerkil bir toplumun ferdidir o.
Dünyanın hiçbir yerinde kadınlar bu coğrafyadakiler kadar acı çekmedi, çekmiyor demiştim bir yazımda. Değişen hiçbir şey yok ne yazık ki! Toplumsal adaletsizliğin, kimliksizliğin, yok sayılmışlığın adı; her türlü şiddetin( buna cinsel, ruhsal ve bedensel tacizler de dahil) töre,namus cinayetlerinin mağduru ve kurbanı da o.
Yazımı kadın ruhunu bilen, anlayan, değer veren, var olan bakış açısına inat; olması gerekeni kısa ama şahane özetleyen bir şiirle bitirmek istedim. Nazım’ın meşhur “ Kadın” şiiriyle…
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
Not: Bu yazıyı yazarken, Diyarbakır’da bir konferansın düzenleneceğini öğrendim haber bültenlerinden. Adı: Ortadoğu’da Kadın Olmak. 26 ülkeden onlarca kadın katılacak ve can yakan bu evrensel sorundan söz edecek, çözüm önerileri sunacaklar. Farkında olmadan birkaç satırla da olsa katkı sunmuş olmak bir kadın olarak mutlu etti. Acıyla tebessüm ettim.
Bu satırları karalarken, Neval El Saddavi’nin Sıfır Noktasındaki Kadın kitabı düştü aklıma. 1984 yılında yayımlanan. Gerçekte bir kadının başından geçmiş olayları anlatır. Roman Mısır’lı bir fahişe olan Firdevs’in Kanatır Cezaevi’ndeki son günlerinde El Saddavi ile görüşmeyi kabul etmesiyle başlar
Romanın kahramanı Firdevs adam öldürmekten idama mahkûm edilmiştir. Cezaevine girene kadarki dramatik hayatını doktor ve yazar olan El Saddavi’ye anlatmasıyla başlar ve gelişir. Firdevs küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra açlık ve tecavüzle tanışır, sonunda bir fahişe olarak yaşamaya devam eder, olaylar geliştikçe kıskaca girer ve kendisini sonunda bir cezaevinde idam mahkumu olarak bulur. Çaresiz, umutsuz, ölümle yaşam arasında bir noktada.
Ortadoğu’da kadın olmak siyah bir peçenin ardından bakmaktır hayata. Diğer renkler ölüdür. Sadece adına gri denilen duman rengiyle görmektir her şeyi. Gece gündüz tektir, karanlıktır, güneş yüzünü sakınır senden, tıpkı herkesin her şeyi sakındığı gibi.
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
Selma Sayar
Dostluk Üzerine
“Dostluk!…Güzel bir sözcük. Neler söylenmemiş, neler yazılmamış bu konuda. Kişi, kendini bildiğinden bu yana dostluğu öteki duygularından üstün tutmuş. Dost bildiğine sarılmış dört elle. Dostunu dünyanın en güvenilir, en inanılır kişisi bellemiş. Çoğu kez düş kırıklığına uğramışsa da gene de dostluk sürüp gelmiş bugüne dek. Yarınlara da kalıp gidecek.”
Usta yazar Oktay Akbal’ın dostluk üzerine düşüncelerinden alıntı yaptığım yukarıdaki tümcelerinden de anlaşılacağı gibi, dostluk olağanüstü, görkemli bir şey. Hele de bu duyguları paylaştığınız bir dostunuz varsa ne mutlu size; gerisi boş, yavan…
Peki herkesle dost olunur mu?
Bu soruyu yanıtlamak için, “dostum” diyebileceklerinizi gözünüzün önüne getirin. Sizleri onlarla bir araya getiren değerlerin neler olduğunu bir düşünün.
Bu soruyu yanıtlamak için, “dostum” diyebileceklerinizi gözünüzün önüne getirin. Sizleri onlarla bir araya getiren değerlerin neler olduğunu bir düşünün.
Yaşama eş bir anlam vermeniz, hemen her şeyi aynı anda duyumsamanız; ama daha da önemlisi ruhlarınızın derin bir uyumla birbirine kaynaşmış olması değil mi?
Siz hüzünlenirken, ağlarken ya da sevinirken, bir yerlerde benzer duyguları yaşayan birilerinin varlığını duyumsamak, düşünsenize ne kadar önemli! Bu, parayla, pulla ölçülebilir bir şey değil.
Siz hüzünlenirken, ağlarken ya da sevinirken, bir yerlerde benzer duyguları yaşayan birilerinin varlığını duyumsamak, düşünsenize ne kadar önemli! Bu, parayla, pulla ölçülebilir bir şey değil.
Çağımızın bir bunalım, yalnızlık çağı olduğu da düşünülürse; bu duygunun önemi daha da katmerleniyor.
Bugün bu konuyu gündemleştirmemin nedeni, geçtiğimiz günlerde, uzun yıllardır görüşmediğim bir dostumla karşılaştığımda yaşamış olduğum duygulardır.
İtiraf etmeliyim ki ilk başta biraz tedirgin oldum. Tedirginliğim, yaşamın her şeyi ve herkesi çok çabuk değiştirdiğini görmektendi sanırım!
İtiraf etmeliyim ki ilk başta biraz tedirgin oldum. Tedirginliğim, yaşamın her şeyi ve herkesi çok çabuk değiştirdiğini görmektendi sanırım!
“Acaba”yla başlayan konuşma, kendini doyumsuz, keyifli bir sohbete bırakınca derin bir nefes aldım; rahatladım.
Evet, koşullarımız değişmiş;
Her ikimiz de yaşamın bir bölümünü ıskalamış, bir bölümünün de bir yerinden yakalamıştık. İyi kötü başarılı da olmuştuk; ama güldüğümüz, sevindiğimiz ve hüzünlendiğimiz şeylerin aynı kalmış olması şaşırttı beni.
Evet, koşullarımız değişmiş;
Her ikimiz de yaşamın bir bölümünü ıskalamış, bir bölümünün de bir yerinden yakalamıştık. İyi kötü başarılı da olmuştuk; ama güldüğümüz, sevindiğimiz ve hüzünlendiğimiz şeylerin aynı kalmış olması şaşırttı beni.
O anki mutluluğumu sözcüklerle anlatmam çok zor.
Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya “ Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama.” deyişine benzer bir duyguydu bu. Hatta işi abartıp, mutlulukla birlikte dostluğun da resmini yapabilir misin demek gibi bir şey.
Bunu neden çok önemsediğime gelince; en yakınımızdan başlayıp ötekilere uzanan bir iletişimsizliğin yaşamımızda yarattığı yavanlıktan, boşluktan.
Sevmelerin, paylaşımların maddi değerlerle ölçülme yanlışlığından.
Paran kadar zenginsin, mutlusun türünden aptalca değerlendirmelerin yaşamın özüymüş gibi algılanmasından…
Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya “ Mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama.” deyişine benzer bir duyguydu bu. Hatta işi abartıp, mutlulukla birlikte dostluğun da resmini yapabilir misin demek gibi bir şey.
Bunu neden çok önemsediğime gelince; en yakınımızdan başlayıp ötekilere uzanan bir iletişimsizliğin yaşamımızda yarattığı yavanlıktan, boşluktan.
Sevmelerin, paylaşımların maddi değerlerle ölçülme yanlışlığından.
Paran kadar zenginsin, mutlusun türünden aptalca değerlendirmelerin yaşamın özüymüş gibi algılanmasından…
Siz ne kadar zenginsiniz? Bunu kanıtlamak için, basit, ama, çok etkili bir denemeye var mısınız?
Şu anda, bir yerlerde ihmal ettiğiniz, uzun zamandır sesini duymadığınız, hatta beni hatırlar mı dediğiniz bir arkadaşınız, dostunuz varsa eğer; durmayın! Hemen telefona sarılın.
Ona, ne denli önemli olduğunu söyleyin.
Şu anda, bir yerlerde ihmal ettiğiniz, uzun zamandır sesini duymadığınız, hatta beni hatırlar mı dediğiniz bir arkadaşınız, dostunuz varsa eğer; durmayın! Hemen telefona sarılın.
Ona, ne denli önemli olduğunu söyleyin.
Yoksunluğunun yaşamınızda büyük bir eksiklik yarattığını belirtin.
Eski bir şairin deyişiyle “Dünyayı seninle sevmişim ey dost.” deyin.
Dostlukların zor kazanılıp kolay kaybedilmemesi gerektiğini hatırlayın ve hatırlatın!
Selma Sayar
Çocukluğumun Bayramı ve Kırmızı Kunduram
Yıllar önce…
Her milliyetten, dinden ve sınıftan insanla beraber olmanın erincini yaşadığımız yıllardı. Doğduğum yerde yan komşularımız Hristiyandı. Onlar Noel ve Yumurta Bayramlarında bize ikramlarda bulunur, bizimkilerde Ramazan ya da Kurban’da. Bir Ermeni ailesi yaşardı evimizin karşısında. Onların da kendilerine ait gelenekleri vardı. Biraz daha ötedeki komşumuz, ateistti. Uzun süre onun neden dini bayramlarda büyüklerle beraber ibadetlerde yer almadığını anlamamıştım. Bu durumundan dolayı horlandığını, yalnızlaştırıldığını hiç görmedim. Kimsenin ne dinine, ne de diline karışılırdı.
Annem farklılıkların bir zenginlik olduğunu anlatırdı hep. Okuldaki öğretmelerim de.
O zamanlar televizyon da lükstü bizler için. Bir- iki evde bulunurdu sadece. Biz çocuklar sabah, akşam; hafta içi, hafta sonu demeden komşulara gider doyasıya televizyon izlerdik.
Çoşkuyla kutlanan bayramlar vardı.. Nasıl olmasın ki? Bayram günlerinde harçlık verilir, şeker alınır, kılık-kıyafet dikilirdi. Ama bunu herkes aynı şekilde yaşama şansına sahip değildi.
Ne bayramı olursa olsun iple çekenlerdendim ben. Okulda yapılan törenlerde, şiir okuma, sunum yapma görevi bana düşerdi genelde. Bedenimi ateş basar, yüreğim hızlı hızlı atardı,önce. Plastik ayakkabılarıma bakınca da bedenimin ateşinde eriyip giderdi heyecanım..Kalabalık içine plastik ayakkabılarla çıkacağım için içten içe hayıflanır, utanır, sıkılırdım.
Her yıl kutlanan bayramlarda benzer bir manzara yaşanır ve kunduram yok diye aynı hüznü yaşardım içimde. Yaşadığım hüzün büyüdü, büyüdü bayramlarda. Sadece alınamayan kunduraya değildi duyduğum özlem.. .
Eskisi gibi komşulara gidilip televizyon izleyemez olduk. Selam verilirken, alınırken sadece başlar sallanır olmuştu. Eskisi gibi sarılmıyordu büyükler birbirine. Anneme bu tuhaflığı her soruşumda kaçamak yanıtlar alıyor, onun içten içe üzüldüğünü görebiliyordum.
Benzer durumu okulda da yaşar olduk. Daha önce yedikleri içtikleri bir olan öğretmenlerim ayrı yerlerde oturur oldu. Arada sırada sağcı solcu lafları geçse de hararetli tartışmalarında; bu lafların ne anlama geldiğini anlayamıyordum.
Kundura özlemime, değişik özlemler katılıyordu. Bir şeyler değişiyordu…
O yıl yani ilkokulun son sınıfındayken bir mucize gerçekleşti: Babam bana kırmızı bir kundura aldı. Bendeki bayram coşkusu görülmeye değerdi. Öğretmenlerimin verdiği görevi canla başla ezberlemeye çalışıyordum. Dile kolay o yıla kadar önlüğümün altına giydirilen eşofman altlığıyla kapatmaya çalışıyordum plastik ayakkabımı. O sene ise göğsümü ve ayakkabılarımı gere gere gösterecektim herkese. Hatta kundurama bir şey olmasın diye, temiz bir bezle sildikten sonra yatağımda saklıyordum her gece.
Bayrama günler kala, ben gözü gibi bakarken o kunduraya, garip şeyler oldu: İnsanlar panik içinde evlerindeki kitapları ya yakıyor ya da toprağa kazıdıkları çukurlara saklıyorlardı. Kimse kimseyle konuşmuyor, sıra kimde korkusu yaşıyor, gecenin bir vaktinde evlerinden alınan büyüklerim dönmüyordu: Onların arasında abiler, ablalar hatta çok sevdiğim öğretmenlerim de vardı.
Bense bayramın gelmesini heyecanla bekliyor. “Vatan Sana Minnettar” şiirini ezberlemeye çalışıyordum.
Korktuğum haber bir sonbahar günü geldi. Şartların elverişsizliği yüzünden süresiz ertelenmişti bayram.
Ne heves kalmıştı, ne de heyecan kursağımda. Dilim damağım kurumuş, konuşamaz olmuştum. Anlamlandıramıyordum bu durumu: Çok değil daha bir sene öncesine kadar büyüklü küçüklü herkes ellerinde bayraklar, dillerinde şarkılar büyük coşkuyla kutlanan o bayrama ne olmuştu? Ya kırmızı kunduram? Onu giyemeyecek miydim yani? En çok bu dokunuyordu bana. Memlekette kan gövdeyi götürürken, her akşam radyoya dayadığımız başımız, gelen ölüm haberleriyle zonklarken benim aklım fikrim giyemediğim kunduramdaydı.
……………………………………..
Her milliyetten, dinden ve sınıftan insanla beraber olmanın erincini yaşadığımız yıllardı. Doğduğum yerde yan komşularımız Hristiyandı. Onlar Noel ve Yumurta Bayramlarında bize ikramlarda bulunur, bizimkilerde Ramazan ya da Kurban’da. Bir Ermeni ailesi yaşardı evimizin karşısında. Onların da kendilerine ait gelenekleri vardı. Biraz daha ötedeki komşumuz, ateistti. Uzun süre onun neden dini bayramlarda büyüklerle beraber ibadetlerde yer almadığını anlamamıştım. Bu durumundan dolayı horlandığını, yalnızlaştırıldığını hiç görmedim. Kimsenin ne dinine, ne de diline karışılırdı.
Annem farklılıkların bir zenginlik olduğunu anlatırdı hep. Okuldaki öğretmelerim de.
O zamanlar televizyon da lükstü bizler için. Bir- iki evde bulunurdu sadece. Biz çocuklar sabah, akşam; hafta içi, hafta sonu demeden komşulara gider doyasıya televizyon izlerdik.
Çoşkuyla kutlanan bayramlar vardı.. Nasıl olmasın ki? Bayram günlerinde harçlık verilir, şeker alınır, kılık-kıyafet dikilirdi. Ama bunu herkes aynı şekilde yaşama şansına sahip değildi.
Ne bayramı olursa olsun iple çekenlerdendim ben. Okulda yapılan törenlerde, şiir okuma, sunum yapma görevi bana düşerdi genelde. Bedenimi ateş basar, yüreğim hızlı hızlı atardı,önce. Plastik ayakkabılarıma bakınca da bedenimin ateşinde eriyip giderdi heyecanım..Kalabalık içine plastik ayakkabılarla çıkacağım için içten içe hayıflanır, utanır, sıkılırdım.
Her yıl kutlanan bayramlarda benzer bir manzara yaşanır ve kunduram yok diye aynı hüznü yaşardım içimde. Yaşadığım hüzün büyüdü, büyüdü bayramlarda. Sadece alınamayan kunduraya değildi duyduğum özlem.. .
Eskisi gibi komşulara gidilip televizyon izleyemez olduk. Selam verilirken, alınırken sadece başlar sallanır olmuştu. Eskisi gibi sarılmıyordu büyükler birbirine. Anneme bu tuhaflığı her soruşumda kaçamak yanıtlar alıyor, onun içten içe üzüldüğünü görebiliyordum.
Benzer durumu okulda da yaşar olduk. Daha önce yedikleri içtikleri bir olan öğretmenlerim ayrı yerlerde oturur oldu. Arada sırada sağcı solcu lafları geçse de hararetli tartışmalarında; bu lafların ne anlama geldiğini anlayamıyordum.
Kundura özlemime, değişik özlemler katılıyordu. Bir şeyler değişiyordu…
O yıl yani ilkokulun son sınıfındayken bir mucize gerçekleşti: Babam bana kırmızı bir kundura aldı. Bendeki bayram coşkusu görülmeye değerdi. Öğretmenlerimin verdiği görevi canla başla ezberlemeye çalışıyordum. Dile kolay o yıla kadar önlüğümün altına giydirilen eşofman altlığıyla kapatmaya çalışıyordum plastik ayakkabımı. O sene ise göğsümü ve ayakkabılarımı gere gere gösterecektim herkese. Hatta kundurama bir şey olmasın diye, temiz bir bezle sildikten sonra yatağımda saklıyordum her gece.
Bayrama günler kala, ben gözü gibi bakarken o kunduraya, garip şeyler oldu: İnsanlar panik içinde evlerindeki kitapları ya yakıyor ya da toprağa kazıdıkları çukurlara saklıyorlardı. Kimse kimseyle konuşmuyor, sıra kimde korkusu yaşıyor, gecenin bir vaktinde evlerinden alınan büyüklerim dönmüyordu: Onların arasında abiler, ablalar hatta çok sevdiğim öğretmenlerim de vardı.
Bense bayramın gelmesini heyecanla bekliyor. “Vatan Sana Minnettar” şiirini ezberlemeye çalışıyordum.
Korktuğum haber bir sonbahar günü geldi. Şartların elverişsizliği yüzünden süresiz ertelenmişti bayram.
Ne heves kalmıştı, ne de heyecan kursağımda. Dilim damağım kurumuş, konuşamaz olmuştum. Anlamlandıramıyordum bu durumu: Çok değil daha bir sene öncesine kadar büyüklü küçüklü herkes ellerinde bayraklar, dillerinde şarkılar büyük coşkuyla kutlanan o bayrama ne olmuştu? Ya kırmızı kunduram? Onu giyemeyecek miydim yani? En çok bu dokunuyordu bana. Memlekette kan gövdeyi götürürken, her akşam radyoya dayadığımız başımız, gelen ölüm haberleriyle zonklarken benim aklım fikrim giyemediğim kunduramdaydı.
……………………………………..
Yıllar sonra…
Dışarıdaki patlama seslerine aldırmadan, anlatıyordu kızına hikayesini. Gözleri dolu dolu,yutkunarak elinde kırmızı ayakkabılarıyla… Bir patlama sesi, bir daha bir daha. Ve en son duyduğu ses son bakışıyla buluştu. Ayakkabılardan aktı kırmızı. Yer gök bulandı.
Son bakışı, kırmızı ayakkabılara tutunan kızının minik ellerinden sonsuza kaydı.
Dışarıdaki patlama seslerine aldırmadan, anlatıyordu kızına hikayesini. Gözleri dolu dolu,yutkunarak elinde kırmızı ayakkabılarıyla… Bir patlama sesi, bir daha bir daha. Ve en son duyduğu ses son bakışıyla buluştu. Ayakkabılardan aktı kırmızı. Yer gök bulandı.
Son bakışı, kırmızı ayakkabılara tutunan kızının minik ellerinden sonsuza kaydı.
Selma Sayar
Enver Aysever'le Aykırı Kumpanya
Yakın geçmişimizi şekillendiren sosyal ve siyasal olayları şiirle, edebiyatla, müzikle ve kayda geçmiş görüntülerle canlı bir belgesel tadında sahneye taşıyan Aysever, izleyiciyi bir zaman tünelinden geçirerek bellek tazeliyor; anlatısına kişisel tarihinden hatıraları da ekleyerek kah güldürüyor, kah ağlatıyor, çokça düşündürüyor, zihinlere ve yüreklere dokunuyor.
Tarz açısından bir ilk olan bu gösteriyi sahneye taşıyan ekibin ismi, gösterinin ruhunu iki kelimeyle özetliyor: "Aykırı Kumpanya". Kumpanyanın solisti, şarkı yazarı ve yorumcu Sibel Alaş...
Aykırı Kumpanya kimi zaman bir Ahmet Kaya şarkısıyla ağlıyor, kimi zaman Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı'yla kahkahalar atıyor, kimi zaman Sabahattin Ali'nin Melankoli'siyle hüzünleniyor. Aykırı Kumpanya seyirci için şarkılı, şiirli, sazlı, sözlü bambaşka bir dünya kuruyor.
Yazan ve Yöneten: Enver Aysever
Anlatan: Enver Aysever
Solist: Sibel Alaş
Düzenlemeler: Sibel Alaş ve Aykırı Kumpanya Orkestrası
Sonbaharda sapsarı elbiseler
Sonbahar rengi sarı mıdır? Tabi ki sarı...Öyleyse bu sonbahar sarı sarı elbiseler giyerek güzelleşelim ne dersiniz? Peki bu sarı elbiseler nasıl olmalı? Vücudumuzu sıkı sıkı sarmamalı ki sarı bol dökümlerle, plili elbiselerde daha güzel, daha hoş duracaktır. Dökümlü olsun sarı elbiselerimiz.
Ve tabi ki kalın kumaşlar olmasın lütfen. Mümkünse daha hafif kumaşlar kullanalım. İpeksi olsun.Tabi bu arada üşümek de var işin içinde fakat şık mantolarla bu açığı gidereceğinize eminim.
Sarı elbiselerinizde bol bol düğmeler olsun ve bu düğmeler elbiselerinizin yırtmacından tutunda sırt dekoltenize kadar her tarafında olabilir.Ve geldik son olarak elbisenizde ki penslere mümkünse bu pensler göğüs ve sırt bölgenizde olsun daha ince ve zarif gösterecektir sizi.
Sarılarımızı giyerek sonbahara merhaba diyelim artık ne dersiniz?
Güzellikle kalın.
Ve tabi ki kalın kumaşlar olmasın lütfen. Mümkünse daha hafif kumaşlar kullanalım. İpeksi olsun.Tabi bu arada üşümek de var işin içinde fakat şık mantolarla bu açığı gidereceğinize eminim.
Sarı elbiselerinizde bol bol düğmeler olsun ve bu düğmeler elbiselerinizin yırtmacından tutunda sırt dekoltenize kadar her tarafında olabilir.Ve geldik son olarak elbisenizde ki penslere mümkünse bu pensler göğüs ve sırt bölgenizde olsun daha ince ve zarif gösterecektir sizi.
Sarılarımızı giyerek sonbahara merhaba diyelim artık ne dersiniz?
Güzellikle kalın.
Tombul hanımlar için ofis şıklığı
Bir kot, bin ayıp örter. Bir kere basenleri sıkılaştırır, göbeği toplar, genç gösterir, ofiste giyilmez. Ofiste ne giyilir?
Bunun ekstra small olanı yok mu? XL pantolona sığdığı için kendini şanslı sayan bir hatun, hayatı boyunca bundan daha korkunç bir cümle duyamaz. Hayat biz kadınları 36 bedene mahkum etmiştir. Tatsız, tuzsuz diyetler, aç gezmeler, akla hayale gelmeyecek türlü icatlar. Geçmişin o bir dirhem et bin ayıp örter günleri çoook gerilerde kaldığından beri, etimizi budumuzu nereye sığdıracağımızı bilemez hale gelmiş durumdayız. Modacılar ve tekstil de sağolsun tasarladıkları mendil kadar giysilerle acımıza acı katmaktalar. Öyle bir üst düşünün ki basenleri örtese göbeğiniz, göbeği örterse yakanız, yakayı örterse sırtınız açıkta kalıyor. Hepimiz mankeniz ya, kusursuz fiziğimizi doya doya sergiliyoruz.
Bunca yıllık yöneticilik hayatımdaki gözlemlerimi sizinle paylaşmaya karar verdim, modacı değilim, tombulum. Nasreddin hocanın tabiriyle ''damdan düştüm, damdan düşenin halinden anlarım''.
- Siyah pantalon: Asla asla modası geçmez yaz ve kış için en az ikişer üçer lazım. Lütfen, nine işi olan göbeğin altında bitenlerden ya da popomuzu açıkta bırakan beli düşüklerden olmasın. Göbek deliği hizasında olanlar en ideali. Tombul bacağa strech yakışmaz, kalem biçimi ya da aşağı doğru hafif bollaşan kesim en uygunu.
-Lacivert Pantalon: Kesimi aynı yukarıdaki gibi. Yaz için bir, kış için bir tane yeter.
-Siyah etek: Klasik kesim siyah etek olmazsa olmaz. Çan biçiminde de olabilir basenleri saklar. Çok bol olmasın çadır gibi durur.
-Gömlek: Dar olanlar bize göre değil, çiçekli anane işi olanlardan uzak durun. Hafif bel oyuntusu olanlar ideal, bir de boyu tombiş basenlerimizi örtecek kadar olmalı. Çok uzun değil, çok da kısa değil.
- Ceket: Baseni örtecek kadar uzun, bel oyuntusu olan, iyi cins kumaştan.
-Fular: Hem kadınlara çok yakışıyor, hem de göbeği harika gizliyor.
-Platform topuk ayakkabı: Abartılı değilse hem moda, hem de ayak bileklerimizi yormuyor. Altın kural pantalonlarımızın altına giyiyoruz. Etek için ise mutlaka kalem topuk.
Geri kalanı, bedenini 36 ya da 38 olarak ifade edenlere bırakacağız. Ofis hayatındaki klasik şıklık bizi daha derli toplu gösterir.
Dekoltelerimiz ki omuzlarımızdan kemikler fışkırmadığı için bilimum hatundan daha güzeldir, parmak arası terliklerimiz, şifonlarımız, kısa elbiselerimiz, hayat beni kısıtlayamaz ne istersem giyerimlerimizi de iş bitimine ve tatillerimize saklıyoruz.
Hayatın tadını doya doya çıkarıyoruz.
Kadın ayakkabısının topuğu
Kadının tutkusu topuk
17.yüzyıla kadar Özellikle ata binerken kolaylık sağlaması açısından erkekler arasında topukyaygınlaşmıştı. 17.-18. yüzyıla kadar hem kadınhem de erkeklerin giydikleri ayakkabı türü aynı idi. Sonraki yüz yıllarda dünyayı kasıp kavuranmodanın etkisi ile de erkeklerin ayakkabıları bugünkü şeklini almaya başladı, kadınların topukları ise yükseldikçe yükseldi.
Tüm kadınların beğenilme duygusunu tatmin etmede kullandığı, şıklığını, zarafetini, dişiliğini gösterme çabalarının bir ürünü olan, kadının duruşuna anlam katan yükselti, kimilerinin fetişi olan ayakkabı topukları, dişi için sihir gibi bir şey. Kadının beden dilini baştan sona değiştiren mükemmel aksesuar diye tanımlanıyor.
Kadın ayakkabısının topuk yüksekliği, topuğun biçimleri, rengi (alçak, yüksek, ince, kalın, dolgulu, içi boş, platform, kapalı, açık, fantezi, oxford) giyenin vermek istediği mesajı yansıtıyor. Evinizde, sokakta büyüklerine ait yüksek topuklu ayakkabılarının içerisine ayaklarını sokup onlarla zoraki yürümeye çalışan küçük kızları görmüşsünüzdür mutlaka. Bu davranış dişinin kadın topuğu ile ilk karşılaşması, tanışması ve daha sonraki hayatında kullanacağı topuklarla bir deneme çalışmasıdır.
Kullanılan ayakkabının topuk modeline göre karakter analizi yapılırsa eğer;
Sivri topuklar, bacaklara şıklık, uzunluk, zarafet katar ve dişilik göstergesinin yansımasıdır. Sivri topuğa sahip bu ayakkabının aynı zamanda önü de kalemtıraşla yeni sivriltilmiş kalem gibiyse, o zaman kadının sivri dilli, kendine güveni yerinde, iş kadını olduğu varsayılabilir.
Ayakkabının topuk kısmı kalıp halinde, yontulmuş küp gibiyse, o zaman karşınızda daha mütevazı ve rahatına düşkün bir "hanım" var demektir. Genelde yüksek bir yaş ortalamasına sahip kadınların tercih edeceği tarzdan papuçdur, bu görüntü pek hoş olmayıp estetikten uzaktır.
Genellikle mesleği gereği saatler boyunca ayakta durmak zorunda kalan kişinin tercihi olan papucun ökçesi "mantar" dediğimiz türdense, o zaman ortopedik kaygısı olduğunu ya da plaja giden biri olduğu varsayılabilir. Sosyolojik olarak; kadınlarda yaş ilerledikçe aynı orantıyla yüksek ökçeli ayakkabı giyme saplantısı da artar.
Yıllara sair değerlendirme ile; yıl 1990 -tik tık tik tık tik tık, yıl 2006 -tak tuk tak tuk tak tuk, yıl 2010 -bak bana, bak bana, bak bana diye sesler çıkarırlar.
Giyildiğinde daha dişi görünmeyi sağlayan ama bunun yanında ayak ve bel ağrısına neden olan yüksek topuklu ayakkabılar, her türlü olumsuzluğa rağmen yine de giyilirler. Sonuçta ne çeşit olursa olsun, topuk, kadının vazgeçilmezidir. Topukla kadın arasında bilinmeyen sır dolu gizemli bir ilişki vardır.
Ki bazı kadınlar tedricen değil birden bire en yükseğinden başlayarak giyerle topukluları. Kadınların ayakkabı mağazalarında ilk baktıkları, onlara sürekli olarak göz kırptıklarını düşündükleri ayakkabılar albenileri ile renkli ve yüksek topuklulardır. Son günlerde özellikle sanat dünyasında ve siyasilerin eşlerinde de görülen, hatta tüm kadınların ilgisini çeken platform topuklar gözdedir.
İlk tecrübesini çocukluğunda ablası veya annesinin ayakkabıları ile yaşamış kadın aşkla bağlı olduğu topuklara kendini teslim eder özgürce. Yüksekten insanlara bakmak, kendini garip hissettiriyor mu bilmiyorum? Herkes kısacık kalıyor, yerden bir hayli yükseldiğinden denge sorunları yaşanıyor, düz rahat yolları seçmek, yokuş aşağı inmek gibi bir hataya asla düşmemek gerekir. Eğer şevli bir yolda yürümeyi denerseniz sadece hataya değil yere de düşeceksiniz.
Topuklu ayakkabı giyme öneriler ise;
1-Başlangıçta fazlaca yapabilirim, yürüyebilirim gazına gelmeyin.
2-Aldığınız yüksek topuklu ayakkabıyla evde pratik yapın.
3-Hemen yedi-on cm'lik topuk yükseltisi ile değil beş cmlik topuklarla yürümeye başlayabilirsiniz.
4-Acemi olduğunuzu çaktırmamak adına, daha fazla dikkat çektiğinden hızlı yürümeye çalışmayın.
5-Her şeyde olduğu gibi topuklu ayakkabılarla yürümek için zamanı bekleyin, sabırlı olun, pes etmeyin.
6-Çevrenizdeki deneyimli birinin önerilerini dinleyin.
7-Fiziksel özelliklerinizi iyi bilin, özelliklerinize uygun ayakkabı seçin.
8-Günlük hayatta yüksek topuklu kullanıp görgüsüzlük yapmayın.(kim?, hangisi?, hani?)
9-Topuklu ayakkabınıza uygun kıyafetiniz yoksa her şeyle şık durmadığı için giymeyin.
10- Yokuş aşağı yürümeye çalışmayın, zira düşmeniz an meselesidir.
11-Yürürken dizlerinizi kırmayın, ayaklar birbirine paralel olmalıdır.
12- Hafif kalçadan içeri doğru basar gibi yapıp ama dümdüz öne basmalısınız.
13-Adımlar dans eder gibi ahenk içinde olmalıdır.
11-Dik durun, adımlarınızı düzgün atın, kendinize güvenin.
Tüm bunlara harfiyen uyarsanız eğer artık “yüksek topukla başarıyla yürüyen zarif bir hanımsınız, güvenle yürüyebilirsiniz, hadi hayırlı olsun.”
Batılı kapitalistlere yönelik eleştirilerde “Topuklu ayakkabı kadını pazarlamak içindir” savı etkindir. İngiliz The Times gazetesine konuşan Christian Louboutin, topuklu ayakkabıları kadınların daha seksi göstermek için tasarladıklarını, kırmızı tabanlarıyla moda dünyasının da en konuşulan ayakkabıların tasarımcısı Christian Louboutin, “Bir tanıdığım yüksek topuklu ayakkabı giyildiğinde ayağın aldığı şeklin kadınlar orgazm olduklarında ayaklarının aldığı şekil ile aynı olduğunu söylemişti, diyor. Yani, topukla kadının cinselliği arasında doğrusal bir korelasyon kuruluyor, topuklu ayakkabı giyen kadının kendisini orgazm olmak için uygun pozisyona getirdiğini” ifade ediyor. Modacı Christian Louboutin “Kadınların yüksek topuklar üzerinde çektiği acıya dayanmalarının sebebi budur” diyor. Ayrıca, yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınların istedikleri karaktere bürünebildiklerini söylüyor. (Türk kadınlarında ifade edilen değerlendirmeler aynımıdır bilmiyorum, bu konuda elimizde sağlam bilimsel bir sosyolojik araştırma yok.)
Sosyal Uzmanlar; vahşi kapitalizmin tüketim dünyasında ikonografi ve semboller üzerinden toplumları yönlendirmeye çalışan moda dünyasının hem kadın, hem erkek, hem de çocukları kirli amaçlarına araç ettiklerini söylemektedirler. Bu büyük ve gizli şeytani gerçeklerden habersiz alt, orta ve üst gelir gruplarından birçok kadın istemeden de olsa bu tüketim psikolojisine alet olmaktadır.
İki satır moda -Kadın dediğin ne istediğini bilir.
Kadın dediğin ne istediğini bilir. Ama yine de ne yapacağını söylenmesinden tarifini kendinin bile yapamadığı bir zevk alır. Aslında, kimse kadına ne yapacağını söyleyemez; moda dışında. Moda kadına ne giyeceğini söyler ama nasıl giyeceğini söylemez. İşte modanın ayakta kalmış “kendine yakışanı giymek” tanımı tam da burada yerine oturur. Ve modanın henüz herkes tarafından keşfedilememiş yaratıcılık süreci başlar. Onu buna bunu ona katar kendini içine en yakıştırdığını değil de dışında en güzel duranı ve içinde en rahat olduğunu harmanlayıp yaratırsın kendi modanı. Dergilerde tv programlarında sunulanlarla kafanı karıştırmadan giyinebilmek ama bunu yaparken de hakkını verebilmek bedeninin, işte asıl mesele bir kadın için. Ne kadar önem veriyor gibi görünsek de geri kalan her şey umur çemberimizin dışında kalır. Mesela adamın benden ayrılacağını anlasam derdim aslında ayrılık anında onun en aklında kalacak en acaba yapmasa mıydım? Dedirtecek şekilde görünmektir. İnkâr etmenin anlamı gereği yok. Adam madem gidecek madem aklında bitirmiş her şeyi bari veda akılda kalıcı olsun. Gözündeki son karemde olabildiğine kusursuz görüneyim de aklım kalmasın derim.
Modayı takip etmek, doğru erkeği bulmak gibidir. Tam, bu sefer oldu hem bana uygun hem de her şeyiyle içime sindi dersin ya o değişir ya da sen artık eski tadını alamamaya başlarsın. Hani giyinmeyi bilmiyor dediğimiz kadınlar vardır ya. En modadan anlamadığını kabullenmiş insanın bile gözüne batan şekildeki uyumsuzlukları vardır hani. İşte o kadınların asıl amacı modayı takip ettiklerini kanıtlamaktır ama yanlış bilineni en yanlış şekillerde kullandıkları için rüküşlükten öteye geçmişlikleri yoktur. İşte o kadınların aşk hayatları da öyledir. Sözde kendi doğrularının peşinden gider kalplerini dinlerler ama başları dertten o pek öne sürdükleri kalpleri kırılmaktan kurtulmaz. Seni Seviyorum demek 1 saniye 29 saliseni alır, buna değecek birini bulman ise tüm ömrünü diye bir söz vardır bilir misiniz?
İşte kendine önemli bir davet için giyecek, modaya ve bedenine uygun bir elbise bulmak ömrünü alabilir ama onu giyip boy göstermen sadece birkaç saat… Öte yandan kendini ve bedenini yeterince tanıyorsan doğru elbiseyi giydiğinde buna harcayacağın zaman birkaç dakika sürerken, elbisenin ve içindeki özgüveni yerinde bedenin çevresinde yaratacağı etki bir ömür unutulmayabilir…
İşte kendine önemli bir davet için giyecek, modaya ve bedenine uygun bir elbise bulmak ömrünü alabilir ama onu giyip boy göstermen sadece birkaç saat… Öte yandan kendini ve bedenini yeterince tanıyorsan doğru elbiseyi giydiğinde buna harcayacağın zaman birkaç dakika sürerken, elbisenin ve içindeki özgüveni yerinde bedenin çevresinde yaratacağı etki bir ömür unutulmayabilir…
Kadın, modadır. Moda da kadın. Bu nettir başlıktır gerçektir. Detayına ineceğiz daha çok kurcalayacağız tabi. Zaman imkan olduğu kadar.
Neyse kapıyorum ben şimdi çok yazdı, başım da ağrıyor zaten daha yarın ne giyeceğimi seçeceğim.
Neyse kapıyorum ben şimdi çok yazdı, başım da ağrıyor zaten daha yarın ne giyeceğimi seçeceğim.
Gelinlik Modelimi nasıl buldum
Gelinlik Modelimi Nasıl Buldum?
Apar topar evlenmek öyle herkesin harcı değil bence. Aslında internet teknolojisi olmasa benim de harcım değildi ama neyse. Evlilik planlarımız aslında gelecek yıl içindi ama nişanlımın tayini çıkınca düğünümüzü erkene almak zorunda kaldık. Beni görmeliydiniz hüngür hüngür ağlıyordum. Her şey tamamdı da peki ya gelinliğim ne olacaktı. İşte orada bende sinirler bardak boşalır gibi oluyordu.
Önce hemen bir çarşı pazar yapıldı. Hangi gelinlik firmasına gitsem benim tarzım olmayan gelinlikler ya da kaliteli olmayan kumaşlar ile yapılmış modeller. O gün bile yolda hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Tüm Kadıköy’ü dolaştım diyebilirim ve sonunda eve elimiz boş dönmek zorunda kaldık tabi ki.
Daha sonra aklıma geçen yıl evlenen bir arkadaşım geldi. Aslında onun gelinlik modelini bir hayli beğenmiştim. Hatta kafamda biraz farklı tasarım yaparak ileride kullanacağımı bile söylemiştim. Onu hemen aradım ve modelini nereden bulduğumu sordum. Bir internet sitesinden aldığını ve orada tanıştığı moda evlerinden birinde yaptırdığını söyledi. O telefonu nasıl kapattım ve o siteyi nasıl açtım hiç hatırlamıyorum bile.
Açıkçası Kadıköy mü çok farklı bir evrendi yoksa o site mi. Aradığım ve televizyonlarda gördüğüm o farklı ve özel gelinlik modellerinin hepsi karşımda duruyordu benim sinirler birden toplandı ve mutluluk kahkahaları havada uçuşmaya başladı. Hemen kendime iki ayrı model beğendim ve birkaç firma ile iletişime geçerek ne kadar sürede bunun aynısını yapabileceklerini sordum. İstediğim en kısa zaman dilimi cevabını alınca da sevincim ikiye katlandı.
O harika gelinlik modelim inanır mısınız tam bir ay olmadan bitti bile. Üstelik aynısının tıpkısını görmek beni ekstra şaşırttı. Her ayrıntıyı yapmışlar ve asla baştan savma bir işe imza atmamışlardı. Gelinliği aldığımda bile daha düğüne 15 gün vardı gelin duvağımı da iki ayrı model yaptırdım ve birini nikâhımda, birini düğünümde taktım.
Aslında bunları size neden anlattım biliyor musunuz? Gelin demek stres demek ama şunu bilin ki aslında her şey yoluna giriyor. Ben çok umutsuzken bir gelin sitesi ile tanışmam işlerimim hemen hız kazandırdı ve tek eksiğim olan gelinliğimin harika bir şekilde yapılmasına vesile oldu. Umarım bu şans sizlerin de yanında olur.
Michael-Kors-Çantalar
-
Michael Kors Bayan Çantaları İlkbahar-Yaz 2014TL786 -
Michael Kors Bayan Çantaları - SELMA İlkbahar-Yaz 2014TL1136 -
Michael Kors Bayan Çantaları - HAMILTON İlkbahar-Yaz 2014TL1061 -
Michael Kors Bayan Çantaları - HAMILTON İlkbahar-Yaz 2014TL1061 -
Michael Kors Bayan Çantaları - FULTON Sonbahar-Kış 2013/14TL916Cyber Monday: TL641 -
Michael Kors Bayan Çantaları İlkbahar-Yaz 2014TL1195 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1482Cyber Monday: TL1036 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL3130Cyber Monday: TL2191 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL3130Cyber Monday: TL2191 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1316Cyber Monday: TL920 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1316Cyber Monday: TL920 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1198Cyber Monday: TL839 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1316Cyber Monday: TL920 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1166Cyber Monday: TL816 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1166Cyber Monday: TL816 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1316Cyber Monday: TL920 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1166Cyber Monday: TL816 -
Michael Kors Bayan Çantaları - TRAVEL BAG Sonbahar-Kış 2013/14TL2327Cyber Monday: TL1630 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL430Cyber Monday: TL300 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1132Cyber Monday: TL791 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1250Cyber Monday: TL873 -
Michael Kors Bayan Çantaları İlkbahar-Yaz 2014TL893 -
Michael Kors Bayan Çantaları İlkbahar-Yaz 2014TL966 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1166Cyber Monday: TL816 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL411Cyber Monday: TL289 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL350Cyber Monday: TL243 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1089Cyber Monday: TL764 -
Michael Kors Bayan Çantaları Sonbahar-Kış 2013/14TL1089Cyber Monday: TL764
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)