Edip Cansever “Mendilimde kan sesleri” şiirinde söylediği gibi “ İnsan yaşadığı yere benzer.” Biz farkında olalım ya da olmayalım içinde yaşadığımız coğrafya, sosyal ve kültürel ortam hayatımızı önemli ölçüde etkiler.
Adına Ortadoğu denilen ateşten bir çemberin içinde buluverdik kendimizi. Bu öyle bir ateş ki hiç sönmez; harlıdır her daim.
Ortadoğu’da kadın olmak hayata yenik başlamaktır. Hani o masallarda anlatılan “elmanın yarısı erkekse diğer yarısı kadın” ninnisinin yeri yoktur bu coğrafyada. Doğduğun andan itibaren ağır bir sorumluluk yüklenmiştir sana. Çok çocuk doğurmak, tercihen -erkek- boynunun borcudur. Doğurduğun çocukların adına hayal kurman da yasaktır. Tel örgülerle çevrilidir her yanı. Ne tarafa batırsa kanar çocukların bedenleri. Bir tek oyuncakları vardır: silah. Onların topu, bebeği, topaçları da odur. Ne elma şekerinin tadını bilir ne de şeklini.
Yıllardır sürmekte olan adaletsiz savaşın içinde olmaktır Ortadoğu’da kadın. İçi kan ağlayarak nefer vermektir o kirli savaşa. Üzüntünü ibelli etmeyeceksin. İçine akıtacaksın acını,sızını, gözyaşın akmamalı gözünden, zayıflıktır, yenilgiyi kabul etmektir.
Ortadoğu’da kadın sıfır noktasında olmak demektir. Hiçbir şeye sahip değilsin, kendine bile. Birileri senin adına kararlar alır, verir. Sen sadece uymakla yükümlüsün. Duygularının, düşüncelerinin önemi yoktur. Sevmek, sevilmek uzak duygulardır sana. Saklarsın gizli kalmış sevdalarını. Gökyüzüne uçurulmuş balon misali, hiç olmayacak hayaller kurarsın. Avutursun kendini, gerçekleşeceğine inanırsın safça.
Bu satırları karalarken, Neval El Saddavi’nin Sıfır Noktasındaki Kadın kitabı düştü aklıma. 1984 yılında yayımlanan. Gerçekte bir kadının başından geçmiş olayları anlatır. Roman Mısır’lı bir fahişe olan Firdevs’in Kanatır Cezaevi’ndeki son günlerinde El Saddavi ile görüşmeyi kabul etmesiyle başlar
Romanın kahramanı Firdevs adam öldürmekten idama mahkûm edilmiştir. Cezaevine girene kadarki dramatik hayatını doktor ve yazar olan El Saddavi’ye anlatmasıyla başlar ve gelişir. Firdevs küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra açlık ve tecavüzle tanışır, sonunda bir fahişe olarak yaşamaya devam eder, olaylar geliştikçe kıskaca girer ve kendisini sonunda bir cezaevinde idam mahkumu olarak bulur. Çaresiz, umutsuz, ölümle yaşam arasında bir noktada.
Ortadoğu’da kadın olmak siyah bir peçenin ardından bakmaktır hayata. Diğer renkler ölüdür. Sadece adına gri denilen duman rengiyle görmektir her şeyi. Gece gündüz tektir, karanlıktır, güneş yüzünü sakınır senden, tıpkı herkesin her şeyi sakındığı gibi.
Kadının adı yoktur burada. Cehaletin öznesidir. Sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemektir kadın olmak. Kocasından sonra kalkıyorsa kapında tutma at diyen atasözleriyle beslenen ataerkil bir toplumun ferdidir o.
Dünyanın hiçbir yerinde kadınlar bu coğrafyadakiler kadar acı çekmedi, çekmiyor demiştim bir yazımda. Değişen hiçbir şey yok ne yazık ki! Toplumsal adaletsizliğin, kimliksizliğin, yok sayılmışlığın adı; her türlü şiddetin( buna cinsel, ruhsal ve bedensel tacizler de dahil) töre,namus cinayetlerinin mağduru ve kurbanı da o.
Yazımı kadın ruhunu bilen, anlayan, değer veren, var olan bakış açısına inat; olması gerekeni kısa ama şahane özetleyen bir şiirle bitirmek istedim. Nazım’ın meşhur “ Kadın” şiiriyle…
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
Not: Bu yazıyı yazarken, Diyarbakır’da bir konferansın düzenleneceğini öğrendim haber bültenlerinden. Adı: Ortadoğu’da Kadın Olmak. 26 ülkeden onlarca kadın katılacak ve can yakan bu evrensel sorundan söz edecek, çözüm önerileri sunacaklar. Farkında olmadan birkaç satırla da olsa katkı sunmuş olmak bir kadın olarak mutlu etti. Acıyla tebessüm ettim.
Bu satırları karalarken, Neval El Saddavi’nin Sıfır Noktasındaki Kadın kitabı düştü aklıma. 1984 yılında yayımlanan. Gerçekte bir kadının başından geçmiş olayları anlatır. Roman Mısır’lı bir fahişe olan Firdevs’in Kanatır Cezaevi’ndeki son günlerinde El Saddavi ile görüşmeyi kabul etmesiyle başlar
Romanın kahramanı Firdevs adam öldürmekten idama mahkûm edilmiştir. Cezaevine girene kadarki dramatik hayatını doktor ve yazar olan El Saddavi’ye anlatmasıyla başlar ve gelişir. Firdevs küçük yaşta ailesini kaybettikten sonra açlık ve tecavüzle tanışır, sonunda bir fahişe olarak yaşamaya devam eder, olaylar geliştikçe kıskaca girer ve kendisini sonunda bir cezaevinde idam mahkumu olarak bulur. Çaresiz, umutsuz, ölümle yaşam arasında bir noktada.
Ortadoğu’da kadın olmak siyah bir peçenin ardından bakmaktır hayata. Diğer renkler ölüdür. Sadece adına gri denilen duman rengiyle görmektir her şeyi. Gece gündüz tektir, karanlıktır, güneş yüzünü sakınır senden, tıpkı herkesin her şeyi sakındığı gibi.
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
0 yorum:
Yorum Gönder