Gaziantep’te Bir Başarı Hikayesi [M.Adil Kasapseçkin İlk(öğretim) Okulu]

21:57

Bir alanda sorun ya da sorunlarla karşılaşıldığında çözüme ulaşmak için çeşitli yöntemler kullanılır. Bu yöntemler arasında en çok tercih edilen iki yol vardır: Bunlar;
  1. Sorunu/problemi kesin olarak tanımlayıp duruma özgü bir çözüm üretmek ya da
  2. Benzer bir sorunun çözümünde kullanılan yöntem(ler)i kullanmak olarak ifade edilebilir.
Bilindiği üzere Gaziantep’in akademik anlamda eğitimdeki en büyük sorunu olarak merkezi sınavlardaki başarısızlık gösterilmektedir. Aslında bu sorunun çözümünde gösterilen gayretlerin bu yazının kaleme alındığı tarihe kadar da tatminkar çözümler ortaya koymadığı söylenebilir. Özellikle bu sorunun neredeyse son on yıldır bir büyüme eğilimi gösterdiği ve  Gaziantep’in bu bağlamda ciddi anlamda bir erozyon yaşadığı da aşikardır.
Tüm bunların yanında Gaziantep’te merkezi sınavlarda alınan başarısız sonuçların önüne geçmek için üretilen kısa süre çözüm girişimleri öngörülen hedeflere ulaşmamıştır. Özellikle son yıllarda SODES ve benzeri projeler yoluyla çoktan seçmeli test çözmeye dönük becerilerin geliştirilmeye çalışılması (taşıma suyla değirmen dönmez) ya da değerler eğitimi bağlamında çeşitli etkinliklerin (pahalı etkinlikler) gerçekleştirilmesi işe yaramamıştır. Ancak Gaziantep’in bazı okulları herhangi bir proje desteği almadan bu erozyona karşı dimdik ayakta kalmakta ve çocuklarını bu erozyondan kurtarmak isteyen birçok ailenin sığındıkları liman olmaktadır. Bu okullardan birisi de Mehmet Adil Kasapseçkin İlköğretim Okulu’dur.
Gaziantep’te eğitimin sorunlarına çözüm üretmek amacıyla çok sayıda insanın amiyane tabiriyle kafa patlattığı, ancak üretilen çözümlerin işe yaramadığı bilindiğine göre; bu kadar emek, zaman ve paranın harcandığı bir süreçte şu soruları sormanın zamanı gelmiştir: “M.Adil Kasapseçkin İlk(öğretim) Okulu’nun başarısında hangi faktörler rol oynamaktadır? Çeşitli periyotlarla yönetici, öğretmen, öğrenci ve tabiatıyla velilerin değişmesine rağmen başarı istikrarlı bir şekilde nasıl sürdürülmektedir? Başarının sırrı nedir? Bu sır diğer okulların işine yarayabilecek özellikler taşımakta mıdır?
Şimdi bu soruların cevabını bulmak için uzun bir süreç gerekmektedir. Ancak bu süreç öyle bir iki anket yapmak, birkaç öğretmenle ya da yöneticiyle görüşmekle geçiştirilemeyecek; ya da “araştırmaya ne gerek var; tabii ki veli desteği! ifadesiyle yetinilmeyecek kadar da önemlidir. Burada yapılması gereken M.Adil Kasapseçkin İlk(öğretim) Okulu’nun kültürünün detaylı bir şekilde sistematik yollarla incelenmesi ve istikrarlı bir şekilde devam eden başarı grafiğinin bu kültürden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesidir (etnografi). Ancak bunu yaparken sadece merkezi sınavlardaki başarı grafiğine odaklanılmamalı, M.Adil Kasapseçkin İlk(öğretim) Okulu’nun değerler eğitimi, sanat ve diğer konulardaki başarıları da ele alınmalıdır. Belki de odaklanılması gereken husus merkezi sınav sonuçları yerine bu alanlarda kat edilen yol olmalıdır. Tabii bu tür bir inceleme birkaç yıl alabilir. Burada çeşitli projelerle kaybedilen paranın, emeğin ve zamanın çok azını kullanarak daha nitelikli ve uzun soluklu çözümlerin ortaya çıkacağı da öngörülebilir.
Son söz olarak;
Her insanın bir hikayesi olduğu gibi aslında canlı organizmalar olarak tarif edilebilecek okulların da kendilerine özgü birer hikayesi vardır. M.Adil Kasapseçkin İlk(öğretim) Okulu’nun hikayesi, Gaziantep’e özgü yani bize özgü çözümler ortaya koyabilir. Evet, bizim sorunlarımıza bizim çözümlerimizi üretmenin vakti gelmiştir ve belki de çözüm yanı başımızdadır. Ne dersiniz?
Devamını Oku...


Gaziantep’in İki Profesyonel Öğretmeni

21:56

Bugün iki profesyonel öğretmenden bahsedeceğiz kısaca.
securedownloadGaziantep’in mevcut eğitim anlayışı, derinlikten ve nitelikten yoksun bir biçimde, öğrencileri sadece diploma sahibi yapma amacını taşıyan bir kurguya sahip. Bu kurgu içerisinde öğrenciler ve tabiatıyla eğitimciler sadece birer figüran olarak kendilerine biçilen rolleri oynuyorlar. Bu durum neredeyse son on yıldır böyle ve daha da kötüye gidiyor (Aksini iddia eden varsa rakamlarla konuşabilirim). Bununla beraber neredeyse tüm eğitim kurumlarındaki donanımlı, fedakâr ve azimli [kısaca profesyonel] öğretmenlerin varlığı içimizde hala iyiye gidişe ilişkin bir umudun da canlı kalmasına neden oluyor. İşte bugün varlıklarından büyük memnuniyet duyulan, benim hiç karşılaşmadığım ve tabiatıyla tanımadığım iki profesyonelden çok kısa cümlelerle bahsedeceğiz. Bu iki profesyonelin benim bildiğim tek ortak yönü daha önce aynı okulda (Ülgan Konukoğlu Lisesi) çalışmış olmaları.
Evet, ilk profesyonelimiz birçok öğretmenin idare edemediği ya da tabiri caizse problem olarak gördüğü öğrencilerle çalışmayı öncelikli olarak tercih eden Ahmet Göktürk Pişkin. Onlara edebiyatı sevdiren ve Mehmet Akif’in şiirlerini ezberleten (hem de en uzun şiirlerini) bir öğretmen Ahmet Bey. Ezberleri bozacak şekilde aynı öğrencilerle duvar gazeteleri çıkarması ise cabası. Sıradışı olarak ifade edilmiş birçok eğitimci tarafından çünkü öyle güzel bir tasarıma sahipmiş ki duvar gazeteleri, öğrencilerin el emeği-göz nuru her satırda hissediliyormuş. Başlangıçta yaptığı etkinlikleri takip eden ve özellikle de duvar gazetesini okuyan diğer öğretmenler, “herhalde okuldaki en iyi öğrenciler hazırladı bu gazeteyi” diye düşünmüşler. Ancak gerçeği öğrendiklerinde duyduklarına inanamamışlar. Tabii bunun nasıl olduğu da sonraki günlerde anlaşılmış: ilgi ve alaka, kime karşı? Tabii ki öğrencilere… Ahmet Öğretmen bununla da yetinmemiş ve şiir okuma yarışmaları düzenlemiş. Bu yarışmalarda da yine aynı öğrenciler önlerde yer almışlar. Belki de kendilerinden umut kesilen bu öğrencileri okula, eğitim sürecine ve hayata bağlayan adımlardan birisini atmış. Artık başka bir okulda görev yapan Ahmet Öğretmenin arkasında bıraktığı en büyük miras ise öğrencilerine ve okula edebiyata ilişkin bir farkındalık kazandırmasıymış.
İkinci profesyonelimiz Fırat Ekin. Henüz bir yılını doldurmamış bir matematik öğretmeni Fırat Öğretmen Ülgan Konukoğlu Lisesi’nde. Kendisi göreve başladığında 12. sınıfların derslerini vermesi istenmiş… [Şimdi burada bir parantez açıp bir noktayı belirtmek isterim bilmeyenler için. Bir okulda, özellikle bir lisede okula yeni gelen bir öğretmeni okulun en eski öğrencileri kolay kolay kabullenmezler. Hele bu öğrenciler üniversite hazırlık sürecinin son aşamasındalarsa bu daha zor bir durumun öğretmeni beklediğinin göstergesidir. ] Evet, zor zanaat 12. sınıflara okula yeni gelen bir öğretmenin ders vermesi branşı ne olursa olsun. Ancak itiraz etmemiş Fırat Öğretmen ve derslere başlamış. Bir süre sonra Fırat Öğretmenin teneffüslerde bile [koridorda] öğrencilerin sorularını çözmelerine yardımcı olduğu, mecbur kalmadıkça öğretmenler odasını kullanmadığı ve mesai kavramına yabancı birisi gibi davrandığı fark edilmiş. Üstelik öğrenciler Fırat Öğretmenle lise öğrenimlerinin başlangıcında tanışmamış ve kendisinden ders almamış olmanın büyük şansızlık ve kayıp olduğunu da çevrelerine aktarmaktan geri durmamışlar.
Mesleğin içinden gelen birisi olarak Gaziantep’te profesyonel öğretmenlerin sayısının az olmadığını düşünüyorum. Umarım bu profesyonel düşünce ve davranış bulaşıcı olur ve Gaziantep’teki tüm eğitim kurumlarına yayılır. Aksi takdirde mevcut anlayışla hiçbir sorun çözülemez.
Son söz olarak şunlar söylenebilir: Her iki profesyonelle ilgili yukarıda aktardıklarım,  kendilerinin arkalarından konuşulan şeyler. Bir öğretmen için arkasından bu tür şeylerin söylenmesinden daha güzel ne olabilir ki?
Devamını Oku...


Velilerin desteği olmadan eğitim olmaz.

21:54

Bu kente insanları çeken en önemli unsur tartışmasız iş bulabilme umudu. Endüstriyel büyümenin çok hızlı olduğu bu şehirde haliyle vasıflı ve vasıfsız işçi talebi de giderek artıyor. Bu durum daha fazla insanın bu kente gelmesine vesile oluyor. Bu satırları yazarken aklıma Amerika ve Avrupa’da yaşayan Türkler geliyor. Aralarında çok ciddi eğitim ve nitelik farkı olduğu malum. Amerika’da yaşayan Türklerin çok büyük bir çoğunluğu beyaz yakalı. Avrupa’da ise durum tam tersi.
Gaziantep güneydoğunu’n Avrupa’sı gibi; çok fazla göç alıyor. Göçle gelenlerin önemli bir kısmı çok kötü, hatta yok denecek kadar az bir eğitim arka planına sahip. Zaten istatistikler de bunu doğruluyor. Gaziantep’in üçte biri okuma-yazma bilmiyor. Kaç büyükşehirin böyle bir istatistiği var acaba?
Bu istatistiğin kaynağı olan insanların tek derdi hayatta kalmak. Doğal olarak önlerine çıkan iş fırsatlarını sonuna kadar değerlendiriyorlar. Sadece kendileri değil, çocukları da haftalık 20 Türk Lirasına fırın, kahvehane ve  lokanta gibi mekanlarda çalışıyorlar. Tüm ailenin parası bir araya geldiğinde ise geçim derdi onlar için sorun olmaktan çıkıyor. Hal böyle olunda “çocukların eğitimi” onlar için çok da değerli değil. Eve giren sıcak para eğitimle kazanılacak niteliklere göre çok daha tatlı. Geçim derdinde oldukları için geleceğe projeksiyon tutamıyorlar. Bu durumdan etkilenmesi gereken ilk bakışta kendi çocukları, ama durum hiç de öyle değil. Tam bir kelebek etkisi.
Bu anlayışa sahip veliler öğretmenlere hiç yardımcı olmuyor. Kendi çocuklarının eğitimleri umurlarında olmadığı için okulun taleplerini de dikkate almıyor, önemsemiyorlar. Ne çocuklarına doğru dürüst bir eğitim motivasyonu sağlıyorlar ne de düzgün çalışma koşulları. Dediğim gibi, bunu yapacak ekonomik koşullara da sahip değiller. Göçle gelen insanların yoğun yaşadıkları semtlerde yer alan okullar ise perişan. Bu perişanlık sadece fiziksel koşullarla ilgli değil, aynı zamanda psikolojik arka planla da ilgili. Veliler okula ilgi göstermeyince, öğretmenler de işlerini yapamaz hale geliyorlar.
Devletin her imkanı sağlayamıyor maalesef okullara. Velilerin katkısına ihtiyaç var. Türkiye gerçeği bu. Sosyal devlet anlayışından bahsetmenin kimseye faydası yok. Velilerin tek derdi çocuklarının eğitim aldıkları okulu bitirmeleri. Ne öğrendikleri ya da hangi nitelikleri kazandıkları hiç önemli değil. Aslında konunun merkezinde çocuklar var. İlkokul birinci sınıfa başlayan öğrencilerin gözlerindeki pırıltı, birkaç yıl içerisinde kayboluyor. O gülen gözler, hüzne bırakıyor yerini. Nedeni, okulun başka, anne-babaların başka telde okumaları aynı şarkıyı.
Hiçbir eğitim kurumu veli desteği olmadan ayakta kalamaz. Bu nedenle bu kentin eğitim problemlerine çözüm üretmek için aileden başlamak gerekiyor. Önce aileleri eğitim sürecinin kaliteli bir şekilde tamamlanması halinde çocuklarının gelecekte daha nitelikli meslekler yapabileceklerine inandırmak gerekli.
Devamını Oku...


Bekçilik mi liderlik mi?

21:53

Eğitim kurumlarının (Okul, üniversite, Fakülte vb.) emanet edildiği yöneticilerden ne beklenir? Son zamanlarda bu soruyu sıkça sormaya başladım? Aldığım cevaplar iki grupta toplanıyor: Birincisi mevzuatın dışına çıkmadan yani sıkı sıkıya kurallara bağlı kalarak yöneticilik yapmak; ikincisi ise mevcut koşulları iyileştirmek ve etkili bir eğitim süreci ortaya koymak için geleceğe ilişkin öngörülerde bulunarak, inisiyatif kullanarak ve gerektiğinde risk alarak yöneticilik yapmak. İkincisine proaktif olmak da deniliyor.
Ülkemizde birinci tür yöneticilik daha çok tercih ediliyor. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi mevzuatı hayatının merkezine koyarak yıllarca çalışmış ve kalıplarının dışına çıkma ifadesi lügatında olmayan yöneticilerin çokluğu ve bunların çarpan etkisi; ikincisi ise devletin böyle bir yönetim tarzını tercih etmesi. Bu tür yöneticiler için bence öyle eğitim arka planı aramak gerekmiyor. Bir bakkal, kasap, manav, lokantacı, galerici de eline mevzuatı verdiğinizde rahatlıkla eğitim kurumlarını yönetebilir bence.
  • Öğretmen derse geç mi kaldı? Mevzuatın şu maddesine göre şu işlemi yap.
  • Öğrenciler mevzuta aykırı bir eylemde mi bulundular? Arkasında yatan nedenleri araştırmana gerek yok. Cezası mevzuatta var.
  • Bir öğretmen nöbet yerinde değil mi? Mevzutta yazılı ne olacağı.
  • Bir öğretim elemanı yapılan kontrollerde programında belirttiği sınıfta yoktu. Hımmm… Bu daha ağır bir suç.
Çoğaltılabilir bunlar. Mevzuta göre eğitim kurumu yönetmek yöneticilik bile değil bence, bekçilik. Ancak bu bekçiliğin en ileri düzeyini de görme fırsatı buldum. Kendimi bu konuda şanslı görüyorum. Düşünsenize, bir eğitim kurumunun yöneticisi, özgürlüklerin artırılmaya çalışıldığı bir ülkede, eğitim kurumlarının askeri kurumlar gibi olmasını gerektiğini düşünerek hareket ediyor. Bunu her söyleminde de açıkça dile getiriyor. Allah aşkına, askeri kurumların yönetim anlayışının bile değiştiği bir ülkede hala darbe döneminin özlemini çeken ve aynı anlayışın eğitim kurumlarında da olmasını gerektiğini düşünen insanlar ne katabilir kurumlarına ve dolaylı olarak bu ülkeye?
Devamını Oku...


Eğitim Yönetiminde Tasarım Düşüncesi-2 (Kağıttan Kule)

21:52

Gelişmiş ülkelerden farklı olarak Türkiye’de devlet okullarının müdürleri bir türlü sınıf içi süreçlere odaklanamazlar. Yani eğitim-öğretimin niteliğine pek vakit ayıramazlar. Bunun en önemli sebebi okulların sürekli olarak ekonomik problemler yaşamaları ve okul müdürlerinin de bu problemlere çözüm üretmek için kırk takla atmalarıdır. Aslında durumu anlatmak için farklı kelimeler kullanılabilir ama en zarifi sanırım “kırk takla”. Geçen yaz görüştüğüm okul müdürlerinden birisi okuldaki bakım-onarım faaliyetleri için bölgesinde kapısını çalmadık esnaf bırakmadığını, sonunda da kendisine dilenci muamelesi yapıldığını söylemişti. Bu yıl ise bir ilçe milli eğitim müdürüyle yaptığım görüşmede sorumluluk sahasında 150 civarında okul olduğunu ve bakım-onarım için gelen ödeneğin oldukça komik rakamlara tekabül ettiğini ifade etmişti. Aslında benzer durumlar binlerce kelimeyle aktarılabilir. Ancak bu durumun sonucunda, okulun ihtiyaçlarını gidermek için devletten gelmeyen yardımı okul çevresinde arama derdinde olan okul müdürlerinin sınıf içi süreçlere odaklanacak vakti, enerjisi ve sabrı kalmadığı görülüyor. Yani okul müdürü okulda olduğu halde istemeden de olsa eğitim sürecinin dışında kalıyor. Bu durum nihayetinde okul müdürlerini tüketiyor. Askerliğimi yaparken öğrenmiştim, “ihtiyaçlar sonsuz, kaynaklar kısıtlı” sözünü. Sanırım bu söz okullar için çok daha geçerli. Şu ana kadar hiçbir siyasi irade çözemedi okulların bütçe sorununu. Ne yapılacaksa mevcut imkanlarla yapılmalı. Ancak nasıl yapılmalı? Asıl soru bu. 3Çok klasik bir söz vardır: “Kurda sormuşlar boynun neden eğri diye, o da cevap vermiş: kendi işimi kendim yaparım da ondan.” Şimdi, okullarda eğitimle ilgili sorunlar çözümsüz kalmıyor, ancak çözüm süreci ise genelde bireysel girişimlerle sürdürülüyor. Bu durumun ene önemli nedeni ise birlikte çalışma kültürüne sahip olmamamız. Tabii bireysel çabaların sonucunda insanlarda bıkkınlık oluşuyor ve bir süre sonra da tükenmişlik baş gösteriyor. Oysa pek çok sorun birlikte çalışarak çözülebilir. Bunun öne çıkan iki avantajı olur eğer gerçekleşirse: 1- çözüm süreci birden çok bakış açısıyla ele alınabilir, 2-okulda birlikte çalışma kültürü oluşabilir.
efesAncak birlikte çalışmak hassaslık gerektiren bir iştir ve  kağıttan kule yapmaya benzetilebilir. Hele söz konusu devlet okulları olunca hem elinizde sadece kağıt olur (makas, yapıştırıcı, zımba vb. yok) hem de kuleyi yapmak için birlikte çalışacağınız, siyasilerin söylemleri yüzünden yıpranmış, geçim derdinde olan ve haliyle motivasyonsuz eğitimciler olur. Biz de bu hafta eğitim yönetimi dersinde kağıttan kuleler yapmaya karar verdik bu durumu modellemek için ve elimizde de sadece eski gazeteler vardı. Önce gruplara ayrıldık her zaman olduğu gibi. Daha sonra da kağıttan kule yapımına başladık. Sonuçta bir projeydi bu etkinlik, ancak birlikte çalışma gerektiriyordu. 1Birlikte çalışma sürecinin en önemli ön koşullarından birisi insanların tüm görüşleri saygınlıkla dinlemesi ve dikkate almasıdır. Eğer insanlar birbirlerini dinlemezler ve söylenenleri dikkate almazlarsa tam bir kaos olur. Bir yönetici için de aslında dinlemeyi bilmek önemli bir meziyettir. Okul yöneticileri okuldaki paydaşları dinlemezlerse sorunları tam olarak anlayamaz, çözüme ilişkin de gerçekçi ve nitelikli projeler üretemezler. Dostlar alış-verişte görsün tarzında çözümler üretilir içi boş olan. Bizim kağıttan kule yapımında da katılımcılardan beklentimiz önce birbirlerini dinlemeleri, ne tür bir kule yapacaklarına karar vermeleri ve bu kuleyi nasıl yapacaklarına ilişkin yapıcı tartışmalar gerçekleştirmeleriydi. Eldeki malzeme sadece gazete kağıdı olunca gerçekten de buna ihtiyaçları var. Aynen okulların çok kısıtlı imkanlar içerisinde sorunlarına çözüm üretmeye çalışmaları gibi. Evet, oldukça eğlenceli bir etkinlikti (en azından benim için). 4Şunu fark ettim kule yapımı sırasında: içinde kadınların olduğu gruplar  içerisindeki iletişimin daha sağlıklı olduğunu gözlemledim. Bunun nedeni ayrı bir yazının konusu tabii (bayanlar yerine kadınlar ifadesi kullanmayı tercih etmemin sebebi;  bir defasında bir hanımefendinin biz kimseyi baymıyoruz demesine şahit olmamdan kaynaklanıyor). Peki, neden kağıtta kule? Kağıttan kule çünkü okullar gibi oldukça hassas. Dengeler bozulduğunda ya da bir yara aldığında tamiri çok zor oluyor. Buradaki kastım insan ilişkileri. Sürekli bir denge arayışı olacak ve bunu da çevreden yok denebilecek kadar az bir destekle yapacak. Üstelik çevreden gelen etkiler genelde yıpratıcı ve yıkıcı olacak. Örneğin; kule için bir fiziksel bir dokunuş, rüzgarla ya da suyla temas yıkıcı olabilirken; okullar içinse  neredeyse her şey; eğitim sistemi ile sürekli oynanması, yönetici atama yönetmelikleri, ek ders problemi, maaşlar, ödenek eksikliği, veli ilgisizliği vb. Neyse, biraz fazla uzattım yazıyı. Sonuçta çok eğlendim ve çok şey öğrendim bu hafta katılımcılardan. Umarım katılımcılar için de aynı şey söz konusudur. Bu arada bu yazıyı yazmamın sebebi yaptığımız işlerin reklamını yapmak değil; aksine eğitim camiasına eğitim yönetimiyle ilgili bir bakış açısı sunmak ve bundan eğitimcilerin faydalanmasını sağlamak.  Umarım uzun vadede hedefine ulaşır bu temennilerim.
Son olarak; tüm katılımcılara verdikleri destek için teşekkürler…
Devamını Oku...